Çavuş Oku: Rüzgarı Dinleyen Bir Ordu

Gamze Duman

Fen Bilimleri Net Sosyal Bilgiler Öğretmeni | Öğrenci Koçu ve Eğitim Danışmanı facebook instagram external-link

Çavuş Oku: Rüzgarı Dinleyen Bir Ordu

ÇAVUŞ OKU: RÜZGÂRI DİNLEYEN BİR ORDU

İslam öncesi Türk devletlerini anlatırken bazı buluşlar vardır ki satırlarda küçücük görünür ama tarihin akışında dev bir gölge bırakır. Mete Han’ın “çavuş oku”, yani ıslık oku da benim için hep böyle olmuştur. Bir ok düşünün; sadece hedefi vurmak için değil, sesini duyurmak için doğmuş. Rüzgârı kendine yoldaş etmiş, orduya yol göstermiş. Bir ok bile bu kadar akıllı, bu kadar stratejik olabilir mi? İşte Mete bunu yüzyıllar önce düşündü.

Ben bu hikâyeyi ilk duyduğumda kafamda şöyle bir sahne canlanmıştı:

Bozkırın ortasında serin bir akşamüstü. Atlar yavaş yavaş dinlenmeye çekilirken gökyüzünde turuncuya çalan bir ışık var. Obanın etrafında rüzgâr uğulduyor, ama o uğultu sanki bir şey anlatmak ister gibi. Mete Han, atının yanında duruyor. Gözleri uzakları izliyor düşmanı değil, geleceği. Aslında savaşın kendisi onu korkutmuyor; ordunun tek bir vücut gibi hareket etmesi daha çok düşündürüyor. Çünkü bozkırda ses yankılanmaz, komut bağırarak iletilmez, gece baskınlarında ateş yakılmaz. Her işaret risk, her gecikme kayıptır.

Ve Mete o sırada rüzgârın sesini fark ediyor. “Keşke,” diyor içinden, “orduya beni değil, rüzgârın kendisi haber verse…”

İşte o an kafasında bir kıvılcım çakıyor. Neden bir ok sadece hedefi bulmak zorunda olsun? Neden bir ok, havayı yararken ses çıkarmasın? Hem de öyle sıradan bir ses değil… komut gibi, uyarı gibi, yön gösteren bir işaret gibi.

Rivayete göre ustalarını çağırıyor ve onlara şöyle bir ok tasarlamalarını söylüyor:

Uçarken rüzgârın içinden geçen, geçtiği yeri titreten; düdük gibi, ıslık gibi bir ses veren bir ok. Ustalar önce şaşırıyor: “Ok sessiz olmalı, gizli olmalı,” diyorlar. Ama Mete kararlı. “Biz gizliliği kendimiz sağlar, ok ise konuşsun,” diye karşılık veriyor.

Denemeler başlıyor. Okun ucuna küçük delikler açıyorlar. Deliklerin yeri değişiyor, genişliği değişiyor… Bazı oklar fısıltı gibi ses çıkarıyor, bazıları tiz bir çığlık gibi. Günler geçiyor, gece boyunca okların sesini dinliyorlar. Ve bir sabah, sonunda o ses bozkırda yankılanıyor: İnce, uzun ve kararlı bir ıslık… Komut gibi. Sanki “Hazır ol!” diyor, “Yönün bu!” diyor, “Mete geliyor!” diyor.

İşte çavuş oku böyle doğuyor.

Sonra savaş meydanında ok fırlatıldığında ordu o sesi duyuyor ve herkes nereye koşacağını biliyor. Komut bağırarak verilmez, işaret ateşi risk taşımaz. O ıslığın tonu bile bir mesajdır:

– İnce ses: Saldırı zamanı.

– Daha kalın bir ton: Geri çekil!

– Uzun bir ıslık: Yön değiştir!

Tarih kitaplarında bazen “ıslık oku” diye küçücük geçiyor ama ben her okuduğumda aynı şeyi düşünüyorum: Bu ok aslında bir iletişim devrimiydi. Mete Han sadece savaşmadı; savaşı yönetmenin zekâ gerektirdiğini gösterdi. Bir askeri sesle harekete geçirmek, bir orduyu rüzgârla konuşturmak… Bugün bile kulağa ne kadar modern geliyor.

Çavuş oku bana şunu hatırlatıyor: Bazen bir lider büyük işler yapmaz; küçük bir fikri büyük düşünür. Ve o fikir, rüzgârı bile kendi tarafına çeker.


Hatta aklıma gelen rivayeti anlatmak isterim. Mete han, bir gün emrindeki askerlerin gözü önünde  sevdiği atına bu oku yöneltir ve yaydan bırakır. Kimi asker aynısını yaparken kimisi tereddüt eder. Bunun üzerine Mete, itaat etmeyen askerlerini idam eder. Başka bir gün bu sefer babasının en sevdiği atına bu oku fırlatır. Bu sefer tüm askerleri ona uyar ve atı vururlar. Üçüncü seferde ise Mete han, kendi karısının dolduruşlarına gelip de öldürmek isteyen babası ile avda iken oku babasına yöneltir ve bırakır. Bunun üzerine bütün askerleri de aynı şeyi yapar ve Mete, hükümdar olur. Böylelikle babasını öldürüp tahta çıkan ilk kişi olur.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu